Skip to main content

Sinemanın bazen kendine baktığı olur. Kamera, sadece bir aracı değil, doğrudan konunun kendisi haline gelir. Yönetmen, oyuncu, izleyici… hepsi aynı kurmaca içinde buluşur. Bu filmler, “film içinde film” oyunlarıyla, gerçeklik algısını bozarak bize şunu sorar: izlediğimiz gerçekten sinema mı, yoksa sinemanın kendine dair sonsuz bir rüyası mı?

Yaratıcı tıkanıklık içindeki bir yönetmenin zihninde dolaşmak… Gerçek, hayal, rüya ve çocukluk iç içe. Metasinema denince ilk akla gelen, kaotik bir başyapıt.

Senaryo yazma süreci, filmin konusuna dönüşür. Charlie Kaufman kendi yazma krizini yazarken, biz de bir filmin içinde kaç tane Kaufman var onu çözmeye çalışırız.

Bir adamın tüm hayatı gizli bir televizyon programıdır. Hem kurgu hem gerçek hem de ikisinin arasında sıkışmış bir modern klasik.

Bir tiyatro yönetmeni, sahneye kendi hayatını kurar. Kurar, tekrar kurar ve tekrar… Kurmaca ile yaşam arasındaki çizgiyi yerle bir eden, ağır ama büyüleyici bir film.

Bir adam, gün boyunca onlarca farklı karaktere bürünür. Her sahne, sinemanın bir janrına selam gibi. Ve belki de sinema, kimsenin kimse olmadığı bir karnavaldır.

Bağımsız bir film setinde geçen bu film, sahne arkasındaki kaosu öyle içten anlatır ki, yönetmenlik mesleğine dair tüm romantizmi tuzla buz eder.

Film seti, oyuncular, senaryo ve bir yapay zeka… Her şeyin kurmaca olduğu bir anlatının içindeki anlatının içindeki anlatı. Dupieux sineması zaten metadır; burada iyice delirmiş haliyle.

Karakterlerden biri kameraya dönüp bize bakar: “Bunu siz istediniz.” Haneke, izleyiciye acımasızca ayna tutarken sinemanın şiddetle ilişkisini sorgular.

Aksiyon filmine düşen bir çocuğun hikayesi. İçeride kahraman olmak kolay mı? Klişelerin içinden sinema tarihine ironik bir göz kırpma.



🎥 Bu filmler perdeyi deliyor, sinemayı dışarı sızdırıyor. İzleyiciyi sadece bir koltukta oturan kişi değil, anlatının bir parçası haline getiriyor. Ve belki de en çok o zaman, sinema kendisi oluyor.