Skip to main content

Bazı karakterler kalamaz. Kalmak onlara göre değildir ya da artık mümkün değildir. Ayrılmak, bazen bir kurtuluş, bazen bir çöküştür. Bu filmler, “gitmek” fikri üzerine kurulu. Ayrılık, terk ediş, kaçış… ama her zaman bir yük ve kırık bir kalp eşliğinde.


Toplumun dayattığı normlarla aşkı arasında kalan bir kadının yalnızca duygusal değil, mekansal da bir ayrılığı. Renkler kadar acı da doygun.

İlişki midir, performans mı? Başlayan bir şey yok ama ayrılık hissi her sahnede dolanıyor. Diyalogla inşa edilmiş, sahteyle gerçeğin sınırında yürüyen bir aşk anlatısı.

Ergenlik, sınıf, yoksulluk ve hayal kırıklığı… Ve sonunda bir otobüs biletiyle gelen belirsiz bir kaçış.

Yola çıkmak istemek kolay, ama geride ne kaldığını bilmek zor. Reichardt’ın yavaş ama keskin sineması, ayrılığın sessizliğini iliklere işler.

Geçmişin ve şimdinin paralel montajı, bir ilişkinin başlangıcıyla bitişini eş zamanlı yaşatıyor. Her şey yavaş yavaş uzaklaşıyor.

Ayrılık illa fiziksel olmak zorunda değil. Bazen birlikteyken yaşanır. Linklater, konuşarak kurduğu aşkı konuşarak çatlatıyor.

Genç bir kadının toksik bir ilişkiyle vedalaşma süreci. Sanatla, anılarla, sessiz kırılmalarla dolu bir iç hesaplaşma.

Zaman atlar, sınırlar geçilir ama iki insan bir türlü yan yana olamaz. Siyah beyaz aşklar da ayrılır bazen.

Müzikal ama yüreği paramparça. Gençlik, savaş, ayrılık ve pastel renklerle bezenmiş bir veda melodisi.



🚪Bu filmler, birinin kapıyı çekip çıktığı o andan yapılmış. Gitmek bir karar değil, bir zorunluluk gibi.