Skip to main content

Sinema uzun olmak zorunda değil. Bazı filmler var ki, bitene kadar seni dünyasına alır ve bittiğinde uzun metrajların bırakamadığı etkiyi tek nefeste bırakır. Bu filmler, kısa sürede derin hikayeler anlatmanın ustalık işi olduğunu kanıtlıyor. Hızlı değil, özlü işler. Az ama yoğun.


Zamanın çözüldüğü, belleğin bir labirente döndüğü, büyüleyici bir Polonya sürrealizmi. Kafka’yla Borges arasında bir rüya gibi.

Minimalizmin bedenle buluştuğu sessiz bir içsel çözülme. Kadının yalnızlıkla, zamanla ve arzuyla baş başa kalışı.

Anıların, rüyaların ve tarihin iç içe geçtiği bir şiir gibi. Görüntüyle düşünmenin sinema karşılığı. Bir film değil, bir meditasyon.

Sadece fotoğraflarla anlatılmış bir zaman yolculuğu. 28 dakikada hem bir distopya, hem bir aşk hikayesi, hem bir hafıza sorgulaması.

İranlı şair Farrokhzad’ın çektiği ve insan yüzüne dokunan belgesel/şiir. Cüzzam hastanesinde geçen bu film, varoluşun kırılganlığına dair kısa ama unutulmaz bir metin.

Bir kayakla atlayıcının zihinsel boşluğunu izleriz. Spor değil, varoluş üzerine bir film. Herzog’un gözünden, düşüşün estetiği.

Ezilen, dışlanan, unutulan bir kadının içsel patlaması. Sessizlikle anlatılmış, buz gibi bir intikam hikayesi. Minimalizmin en keskin hali.

Amerikan avangard sinemasının temel taşı. Rüyaların, simgelerin ve tekrarların dansı. Tekrar izledikçe yeniden açılır.

İki insan, bir gün, Paris’te geçen uzun bir sohbet. Zamanın ve konuşmanın nasıl bir filme dönüştüğüne en güzel örneklerden.

İtalyan bir köyde, doğa, ölüm, dönüşüm üzerine diyalogsuz ama şiir gibi bir film. Hayatın döngüsünü izliyoruz — keçilerle bile.



⏱️ Bu filmler kısa olabilir, ama hafızada uzun kalır. Cinephile arşivinin az ama öz köşesinde yerleri hazır.