Bazı yönetmenler vardır ki, bir filmini izlediğinizde onun dünyasındasınızdır. Işık, diyalog, renk paleti, kamera hareketi her şey tek bir zihnin ürünüdür. Bu yönetmenler sadece film çekmez; bir evren kurar. Onların sinemasına girmek, bir ülkeye ayak basmak gibidir. Gümrük kapısında vizeni alırsın ve içeri girersin.
🎬 Wong Kar-wai
Zamanın his gibi aktığı, aşkın hep biraz geç kaldığı filmler. Renkler neon, karakterler yalnız. Gözyaşı yerine sigara dumanı var.
🎬 Aki Kaurismäki
Diyalogdan çok sessizlikle, dramdan çok kupkuru mizahla anlatır. Yoksulluğu süslemeyen ama insanlığını unutmayan filmler.
🎬 Lynne Ramsay
Kelimelerin az olduğu ama her görselin tokat gibi geldiği bir sinema. Çocukluk, travma ve suçun sessiz anatomisi.
🎬 Pedro Almodóvar
Renkler bağırır, duygular taşar, kadın karakterler sahneyi yıkar. Her filminde bir tutku, bir annelik hikayesi, bir melodram vardır.
🎬 Robert Bresson
“Az olan yeterlidir” diyenlerin tanrısı. Oyuncular yerine ‘modeller’, drama yerine davranış. Katı, saf, sarsıcı.
🎬 Apichatpong Weerasethakul
Zamanı ve mekanı katlayarak rüyaya benzeyen anlatılar kurar. İnsanla doğa, bedenle ruh arasındaki ince perdeyi aralar.
🎬 Chantal Akerman
Gündelik rutini sinema haline getiren yönetmen. Minimalizmle kadınlık, zamanla varoluş üzerine düşündürür.
🎬 Jim Jarmusch
Amerikan rüyasının uyurgezer hali. Sessizlik, sigara ve yol filmleri. Her karakter biraz kayıp, her şehir biraz hayalet.
🎬 Roy Andersson
Beyaz fonda donmuş kareler, absürd insanlar, ciddi olaylar. Mizah ile nihilizm arasında salınan bir İsveç tiyatrosu gibi.
🎬 David Lynch
Gerçeklik çözüldüğünde sinema başlar. Rüya, kabus, kimlik ve karanlık. Açıklamak değil hissettirmek isteyen filmler.
🌍 Bu yönetmenlerin sineması birer ülke gibi. İlk başta yabancı gelebilir, ama bir kez alışınca pasaportunu alıp kalmak istersin. Çünkü bazı evrenler, sinemadan daha fazla şey anlatır.