Skip to main content

Bazı yönetmenler vardır ki, bir filmini izlediğinizde onun dünyasındasınızdır. Işık, diyalog, renk paleti, kamera hareketi her şey tek bir zihnin ürünüdür. Bu yönetmenler sadece film çekmez; bir evren kurar. Onların sinemasına girmek, bir ülkeye ayak basmak gibidir. Gümrük kapısında vizeni alırsın ve içeri girersin.


Diyalogdan çok sessizlikle, dramdan çok kupkuru mizahla anlatır. Yoksulluğu süslemeyen ama insanlığını unutmayan filmler.

Kelimelerin az olduğu ama her görselin tokat gibi geldiği bir sinema. Çocukluk, travma ve suçun sessiz anatomisi.

Renkler bağırır, duygular taşar, kadın karakterler sahneyi yıkar. Her filminde bir tutku, bir annelik hikayesi, bir melodram vardır.

“Az olan yeterlidir” diyenlerin tanrısı. Oyuncular yerine ‘modeller’, drama yerine davranış. Katı, saf, sarsıcı.

Zamanı ve mekanı katlayarak rüyaya benzeyen anlatılar kurar. İnsanla doğa, bedenle ruh arasındaki ince perdeyi aralar.

Gündelik rutini sinema haline getiren yönetmen. Minimalizmle kadınlık, zamanla varoluş üzerine düşündürür.

Amerikan rüyasının uyurgezer hali. Sessizlik, sigara ve yol filmleri. Her karakter biraz kayıp, her şehir biraz hayalet.

Beyaz fonda donmuş kareler, absürd insanlar, ciddi olaylar. Mizah ile nihilizm arasında salınan bir İsveç tiyatrosu gibi.



🌍 Bu yönetmenlerin sineması birer ülke gibi. İlk başta yabancı gelebilir, ama bir kez alışınca pasaportunu alıp kalmak istersin. Çünkü bazı evrenler, sinemadan daha fazla şey anlatır.