Sinemada aşk genelde gülümsetir. Ama bazen öyle filmler vardır ki, aşk bir şeye dönüşmez içten içe sızlar, kabuk bağlamaz, yarım kalır. Bu filmler, aşkı romantik bir çözüm değil, içsel bir kriz olarak gösterir. Çünkü aşk sadece olmak değil, olamamakla da ilgilidir.
🎬 In the Mood for Love (2000, Wong Kar-wai)
Yan dairelerde yaşayan iki insan, eşlerinin sadakatsizliğiyle yakınlaşır ama dokunmazlar. Bu film, dokunamamanın şiirini yazıyor. Her sahne bir mektup gibi.
🎬 Blue Valentine (2010, Derek Cianfrance)
Aşkın doğuşuyla çöküşünü paralel izliyoruz. O baştaki şarkılar, sonlara doğru boğaza düğüm oluyor. Gerçekçilik can yakıyor.
🎬 La La Land (2016, Damien Chazelle)
Hayaller ve aşk arasında seçim yapılmak zorundaysa… Film bittiğinde gözlerin dolu dolu ama yüzünde bir gülümseme kalıyor. “Keşke”lerin en güzel hali.
🎬 Her (2013, Spike Jonze)
İnsan, yalnızlığını teknolojiyle ne kadar paylaşabilir? Theodore ile yapay zekanın aşkı, gerçekliğe değil, duyguların yalnızlığına dair bir ağıt.
🎬 Portrait of a Lady on Fire (2019, Céline Sciamma)
Bakışın bile bir eyleme dönüştüğü bu filmde, iki kadın arasındaki yasak ama sonsuz bağ, ateşi dışa değil içe yakıyor.
🎬 Happy Together (1997, Wong Kar-wai)
Birbirini hem seven hem tüketen iki adamın Arjantin’deki sürgün gibi aşkı. Kar-wai sineması zaten aşkın melankolik versiyonudur; burada zirve yapar.
🎬 Before Midnight (2013, Richard Linklater)
İlk iki filmde aşkla örülen bağ, burada hayatın sertliğine çarpıyor. Bu defa geceler romantik değil, kırıcı.
🎬 Fish Tank (2009, Andrea Arnold)
Genç bir kızın, annesinin sevgilisine duyduğu bastırılmış ilgi. Aşk değil belki ama acıdan beslenen bir arayış. Arnold’un kamerası tam kalp hizasında.
🎬 Café de Flore (2011, Jean-Marc Vallée)
İki zaman, iki hikaye, bir ortak his: kaybetmek. Reenkarnasyon fikrini bile duygusal olarak işlemesi, filmi unutulmaz kılıyor.
🎬 Cold War (2018, Paweł Pawlikowski)
Soğuk savaş döneminde, birbirinden hep uzak kalan iki müzisyenin tutkulu ama yıkıcı ilişkisi. Siyah beyaz ama duygu bakımından rengarenk.
💔 Bu filmler aşkı anlatmıyor, aşkın izlerini taşıyor. Kapanmayan defterler, içe gömülen çığlıklar ve söylenmeyen cümlelerle dolular.